Ufak tefekti, yuvarlak bir yüzü, o yüzün alnına ve omuzlarına dökülen açık kahverengi saçları vardı. Bazen o kahverengi saçları arkadan atkuyruğu yapardı. Boyu kısa olmasına rağmen yüksek topuklu ayakkabı yerine yumurta topuklu ayakkabı giyerdi.
İki elbisesi vardı; biri siyah etek, beyaz bluz ve siyah ceket, diğeri koyu kahve etek, açık kahve bluz ve koyu kahverengi ceket.
Gözleri ışıl, ışıldı. Bilmiyorum mesleğinde kaçıncı yılıydı ama sınıfa her girişi ve her ders anlatışı hep coşkulu, hep heyecanlıydı.
1955 yılının sonbaharında babamın kucağında okula başladığım gün, diğer çocukların bana hayret, şaşkınlık ve merak içinde bakışlarını hemen fark etmiş, onlara kızmadan, bağırmadan; benim engelli doğduğumu, böyle yaşadığımı ve okula böyle geleceğimi anlatmış, çocuk acımasızlığının ve anlamsız sorularının önünü kesmişti. Ve bir süre sonrada sınıf arkadaşlarım beni olduğum gibi kabul etmişlerdi.
O benim ilkokul birinci sınıf öğretmenimdi. Kamile DİRİK. Çağdaş bir Cumhuriyet öğretmeniydi. Giyimiyle, kuşamıyla, tavrıyla, hem öğretmen hem anne davranışı ile çağdaş bir Cumhuriyet öğretmeni…
23.Nisan çocuk bayramı yaklaşıyordu. Bu bayramın önemini bize anlatmıştı. Yıkılmış, bitmiş ve yabancı devletlerin işgaline uğramış ülkemizin ulu önder Atatürk ve silah arkadaşları tarafından nasıl silkinip ayağa kalktığını anlatmıştı. Kanla, canla yeniden kazandığımız ülkemizde yeni bir Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu ve milletimizi temsil edecek olan Büyük Millet Meclisinin işte bu 23. Nisan günü kurulduğunu, canlı bir öykünün biz çocukları hayrete düşürecek ifadeleri ile bize anlatmıştı.
Çocuk ruhumuzun engin hayal gücü ile biz bu bayramın önemini anlamış ve bu öykünün kahramanlarına daha o yaşlarda saygı duymaya başlamıştık.
Bayram hazırlığının yapıldığı o günlerde benim sıramın yanına gelmiş,”-Hikmet bu bayramda sen bir şiir okuyacaksın, sana bu şiiri veriyorum, güzelce ezberleyecek ve bayram günü okuyacaksın” demişti.
Heyecandan ve şaşkınlıktan yüzüm kıpkırmızı olmuştu. O ise şiirin yazılı olduğu kâğıdı önüme bırakıp masasına dönmüştü.
Annemin kucağında okuldan eve dönerken yol boyu annemi soru yağmuruna tutmuştum.
Bayrama nasıl gidecektim? Şiir okunacak kürsüye nasıl çıkacaktım? Beni bayram yerine babamı mı götürecekti? Zavallı annem bu sorularımdan bunalmış olmalı ki “-sen her şeyi öğretmenine bırak, o her şeyi düşünmüştür” dedi.
“Bu gün 23 Nisan, neşe doluyor insan” diye başlayan bir şiirdi benim şiirim. İki kıtalık şiirimi hemen o akşam ezberledim ve ertesi günde sınıfta öğretmenime ezberimden okudum.
Çok beğendi, sınıfa beni alkışlattı, “ama biraz daha yavaş biraz daha yüksek sesle oku” dedi.
Öğretmenim haklıydı. Bize anlattığı kurtuluş savaşı öyküsünün kahramanları bizim kendilerine teşekkür ettiğimizi duymalıydılar.
Bayram sabahı beni okula yine babam getirdi. Bir sandalyeye oturttu ve gitti. Heyecanım dorukta bekliyorum. Bütün okul bahçede toplanmış. Bayram yerine gidilecek.
“-Hadi Hikmet” dedi bir ses, baktım, yanımızdaki sınıfın öğretmeni Orhan KAVAS. Uzun boylu, güzel yüzlü,eski ama temiz elbiseli bir Cumhuriyet öğretmeni. Beni kucağına aldı, sınıfının başına geçti ve bayram yerine hareket ettik.
Milli Bayramlarımıza henüz dokunulmamıştı o yıllarda. Bayramın yapıldığı tüm şehirlerde insanlar yaşadıkları ulusal günün heyecanı ile bayram alanına akın, akın gidiyorlar, askeri birliklerin ve okulların geçişlerini izliyor, şiir okuyan çocukları, gençleri coşku ile alkışlıyorlardı.
Biz de yerimizi aldık. Orhan öğretmen beni sınıfımın yanında bir sandalyeye oturttu.
Çok heyecanlıydım. Çocuk aklımla ezberlediğim şiiri belki unutmuşumdur diye içimden okudum durdum.
Ve sıra bana gelmişti, kürsüye ben çıkacaktım. Orhan öğretmen beni tekrar kucağına aldı. Kürsüye doğru giderken kulağıma yavaşça “-tane, tane ama yüksek sesle oku Hikmet” dedi.
Kocaman mikrofonun önünde ne yapacağımı şaşırdım, o heyecanla şiiri bir çırpıda okuyuverdim. Bir alkış tufanı koptu. O küçük şehrin milli hislerle dolu insanları beni dolu, dolu alkışlıyorlardı. Birden aklıma geliverdi; şiiri yavaş, yavaş ama yüksek sesle okuyacaktım. Tam alkışlar durma noktasına gelince şiirime tekrar başladım. Orhan öğretmen şaşırdı, baktı ki yeniden okuyorum, beni tekrar mikrofona yaklaştırdı. Tane, tane ve bağırarak tekrar okudum. Elbette yine alkışlar başladı.
Çok sevinçliydim. Meğer o hissettiklerim mutlulukmuş….
Bayram tatilinden sonra okulumuza döndük. Babam beni sınıfıma, sırama bırakmıştı. Okul bahçesinde öğrenciler “andımızı” okuyorlardı. O yıllarda andımız da kaldırılmamıştı.
“Türküm, Doğruyum, Çalışkanım” diye başlayan, ulusal bütünlüğümüzü, büyüklere saygı, küçüklere sevgiyi ve varlığımızın Vatanımıza armağan olduğunu incecik seslerimizle hep bir ağızdan söylediğimiz günlerdi. Sınıfta tek başıma bende bağırarak dışarıdaki arkadaşlarımla andımızı okumaya başladım. “Türküm, Doğruyum, Çalışkanım….”
Ben hala o bayramı yaşıyorum; 23.Nisan’larda, 30.Ağustos’larda, 29.Ekimlerde